© 2025 Newsturk.net – Tüm hakları saklıdır.
Bu sitede yer alan haber, yazı, fotoğraf, video ve diğer tüm içerikler Newsturk.net’e aittir. İzinsiz kullanılamaz, kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.
Newsturk.net, doğru, tarafsız ve ilkeli habercilik anlayışıyla Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder.
Ziyaretçilerimizin kişisel verileri, 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) kapsamında gizli tutulur ve korunur. Detaylı bilgi için KVKK Aydınlatma Metni, Kullanım Koşulları ve Gizlilik Politikası sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.
📧 İletişim: iletisim@newsturk.net -
Copyright© 2006-2025 Tüm hakları saklıdır.
HABER YAZILIMI ve
TURKTICARET.NET projesidir
Turgay Şimşek
Baskıyla İfade İddiasına Resen Soruşturma
İfaden Baskıyla Alındı Diyene Soruşturma: Adalet mi Gözdağı mı?
Adalet sisteminde ifade almak, sadece bir prosedür değil; insan haklarına, savunma özgürlüğüne ve vicdanlara dayalı bir güven inşasıdır. Ancak son günlerde, "baskı altında ifade verdim" diyen bir kişinin beyanından yola çıkarak Cumhuriyet Başsavcılığı'nın resen soruşturma başlatması, bu dengeyi yeniden tartışmaya açtı.
Savcılığın görevi şüphesiz ki kamu düzenini sağlamak, suçları soruşturmak ve adaleti tesis etmektir. CMK da ona bu yetkiyi verir: Bir suç işlendiğini öğrenirse, şikâyet beklemeksizin harekete geçebilir. Ama burada soru şu: Kimi, neye karşı koruyoruz?
Bugünlerde, adı bir siyasi davada geçen bir sanığın "baskı altında ifade verdim" demesi üzerine, onunla görüşen kişiler hakkında soruşturma başlatıldı. İddia edilen: Cezaevinde, bu kişiye zorla açıklama imzalatılmak istendiği, ailesine baskı yapıldığı ve bazı avukatların vekâleti olmadan müdahale ettiği. Bunlar elbette araştırılması gereken ciddi iddialardır. Ancak mesele sadece içerik değil, zamanlamadır.
Yıllarca Türkiye'de "itiraf ettirilen sanıklar", “montaj ifadeler”, "gizli tanık" mekanizması üzerinden kurulan kumpaslar yaşandı. Bu ülke, 'baskıyla ifade' konusunun ne demek olduğunu Ergenekon’dan, Balyoz’dan, 15 Temmuz sonrası OHAL yargılamalarından biliyor. Bugün savcılığın ‘baskı var mıydı?’ sorusunu değil de, “baskı var diyen hakkında nasıl işlem yaparız” sorusuna yönelmesi, ister istemez hukuk refleksi kadar siyasî refleksi de çağrıştırıyor.
Eğer gerçekten bir sanık, dış müdahale sonucu ifadesinden vazgeçiriliyorsa; evet, bu araştırılmalı. Ama aynı şekilde bir kişi “beni zorla konuşturdular” diyorsa, onun iddiası da en az ifadenin kendisi kadar önemlidir. Savcılık, her iki tarafı da mercek altına almalı; yalnızca bir tarafın "adalet duygusunu" korumamalıdır.
Bu noktada, meselenin hukuki yönünü aşan bir boyutu daha var: Toplumun yargıya olan güveni.
Zaten siyasi tartışmaların merkezinde yer alan bir soruşturmanın tanığı hakkında resen işlem yapılması, kamuoyuna şu mesajı verir:
> "İfade verdin mi, bir daha düşün. Geri adım atarsan peşindeyiz."
Oysa gerçek hukuk devleti, tanığın da, sanığın da, mağdurun da, hâkimin de, savcının da korkmadan konuşabildiği bir sistemdir.
---
Son Söz
Savcılık resen soruşturma açarak adaleti korumak istiyor olabilir. Ama bu çaba, yalnızca siyasi atmosferin çizdiği sınırlar içinde kalırsa; korkudan sessiz kalan tanıklar, sırf "yanlış anlaşılırım" diye susan avukatlar ve her şeyden önemlisi güvenini kaybeden bir toplum bırakır bize.
Unutmayalım:
"Herkes korkudan susuyorsa, en çok ses çıkaran artık suçlular değil, adaletin kendisi olur"