>G-T1PWPZ8J68
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Türkiye Cumhuriyeti

NEWSTURK - Türkiye Cumhuriyeti haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Atatürk Laiklik ve Din Düşmanlığı İddiaları: Gerçekler ve Çarpıtmalar Haber

Atatürk Laiklik ve Din Düşmanlığı İddiaları: Gerçekler ve Çarpıtmalar

Tarihsel Kanıtlar ve Olgusal Gerçeklerle Atatürk Laiklik ve Din Anlayışının Kökenleri ​Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ve kurduğu devrimlere yönelik en ısrarlı ve en etkili dezenformasyon kampanyalarından biri, onun "din düşmanlığı" yaptığı iftirası etrafında şekillenmektedir. Bu yaygın strateji, Atatürk'ün İslam dinine yönelik akılcı ve reformist yaklaşımını kasıtlı olarak bağlamından kopararak, bir "arındırma" ve "modernleştirme" çabasını, dine yönelik bir "yok etme" saldırısı olarak sunma amacını taşır. Ancak tarihsel kanıtlar, Atatürk'ün ne kişisel inanç dünyasında ne de devlet adamlığı icraatlarında dine karşı bir duruş sergilemediğini, aksine dinin hurafelerden arındırılmış, akıl ve bilimle barışık bir şekilde anlaşılmasını amaçladığını göstermektedir. Onun asıl mücadelesi, dini siyasete alet eden, halkın inançlarını sömüren ve maddi çıkar sağlayan "din simsarlarına" karşı yürütülmüştür. Bu kapsamlı inceleme, Atatürk laiklik ve din ilişkisini, onun kendi sözleri ve tarihsel icraatları ışığında, nesnel bir gazetecilik bakış açısıyla analiz edecektir. ​1. Atatürk'ün İnanç Dünyası ve İslam'a Akılcı Yaklaşımı ​Atatürk'ün dinsiz, hatta İslam düşmanı olduğu iddiası, onun kendi sözleri ve eylemleriyle açıkça çelişmektedir. Kanıtlar, onun dine karşı olmadığını, ancak dinin akıl, bilim ve çağın gerekleriyle uyumlu, hurafelerden arındırılmış bir şekilde anlaşılması gerektiğini savunduğunu göstermektedir. ​Kişisel İnancı ve Dini Eğitimi: Raporların ortak görüşü gösteriyor ki, Atatürk, dini kültüre yabancı bir lider değildi. Annesi Zübeyde Hanım'ın isteğiyle küçük yaşta Kur'an-ı Kerim öğrenmiş ve hatmetmiştir. Gençlik yıllarında Selanik'te Mevlevi ve Bektaşi tekkelerine giderek zikirlerine katılması, onun tasavvufi kültüre olan aşinalığını göstermektedir.​Kendi Sözlerinde Dinin Yeri: Onun dine bakışını en net şekilde kendi ifadeleri ortaya koymaktadır: "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur" sözü, dine bir toplumsal kurum olarak atfettiği önemi açıkça gösterir. Ayrıca, "Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir... Bir şey akla, mantığa, milletin çıkarına, İslam'ın çıkarına uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir" ifadeleri, onun İslam'ı dogmatik ve akıl dışı yorumlardan arındırarak, akıl ve bilimle barışık, ilerlemeye engel olmayan bir inanç sistemi olarak gördüğünün kanıtıdır. "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır" sözündeki kastı, gösterişten, siyasi çıkarlardan ve hurafelerden arındırılmış, samimi ve özüne uygun bir dindarlıktır.​ 2. Atatürk Laiklik ve Din İlişkisi: Vicdan Özgürlüğünün Teminatı ​Atatürk devrimlerinin temel taşı olan laiklik ilkesi, kasıtlı olarak din karşıtlığı şeklinde yorumlanarak karalanmaya çalışılmaktadır. Oysa Atatürk'ün Atatürk laiklik ve din anlayışı, dini reddetmek değil, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak hem devletin siyasi tarafsızlığını hem de bireylerin inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almaktır. ​Laikliğin Tanımı: Atatürk, laikliği şu sözlerle tanımlamıştır: "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz... Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz". Bu tanım, laikliğin din karşıtlığı olmadığını, aksine farklı inançlara sahip tüm yurttaşların özgürlüğünü teminat altına alan modern bir devlet ilkesi olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.​Dinin Siyasete Alet Edilmesine Karşı Duruş: Atatürk'ün asıl mücadelesi dine değil, dini kendi siyasi ve maddi çıkarları için bir araç olarak kullanan "din simsarlarına", "softa sınıfına" ve "sahte bilginlere" karşıdır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasını da "Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis, bu tip yapılar din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı'yı bu yüzden batırdığı için yasakladık" sözleriyle gerekçelendirmiştir. Buradaki temel amaç, İslam'ı "politika gibi kirli bir işten uzaklaştırıp kurtarmak" ve onu siyasi çekişmelerin bir parçası olmaktan çıkarmaktır. ​3. Hilafetin Kaldırılması: Siyasi Zaruret ve Ulusal Egemenlik ​Hilafetin 3 Mart 1924'te kaldırılması, Atatürk'e yönelik "din düşmanlığı" suçlamalarının en temel dayanağı olarak sunulur. Ancak bu tarihsel olay, dini bir hedeften çok, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğini ve laik karakterini pekiştirmeye yönelik zorunlu bir siyasi devrimdir. ​İkili Başlılık Sorunu: Saltanatın kaldırılmasından sonra Halife unvanını taşıyan Abdülmecid Efendi'nin varlığı, Ankara'daki milli hükümetin yanında sembolik de olsa ikinci bir otorite merkezi yaratıyordu. Halife'nin bir devlet başkanı gibi davranması, yabancı temsilcilerle görüşmesi ve bütçeden pay istemesi, bu ikiliği derinleştiriyor ve rejim için bir tehdit oluşturuyordu.​ Ulusal Egemenlik İlkesiyle Çelişki: Cumhuriyet rejimi, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesine dayanır. Meşruiyetini ilahi bir kaynaktan aldığına inanılan Hilafet makamı ise bu temel ilkeyle taban tabana çelişiyordu.​ Hukuki Gerekçe: "Mündemiç" Kavramı: Hilafeti kaldıran 3 Mart 1924 tarihli kanunun birinci maddesi, son derece ince bir hukuki formülasyon içerir: "Halife hal’edilmiştir. Hilâfet, hükûmet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilâfet makamı mülgadır". Mündemiç, "içkin, içinde saklı, var olan" anlamına gelir. Bu hukuki gerekçenin anlamı şudur: Hilafetin tarihsel olarak temsil ettiği yönetim görevi, zaten modern bir devlet formu olan Cumhuriyet hükümetinin özünde ve anlamında mevcuttur. Bu, devrimin yıkıcı değil, tarihsel bir kurumu modern bir devlet yapısı içinde dönüştürücü ve kapsayıcı bir mantıkla aştığını gösteren dahiyane bir hukuki manevradır. ​4. "Gökten İndiği Sanılan Kitaplar" Sözü ve Bağlam Çarpıtması ​Atatürk'ün din karşıtı olduğunu ispatlamak için en sık kullanılan argümanlardan biri, 1 Kasım 1937'de TBMM'nin açılış konuşmasında sarf ettiği şu sözlerdir: "Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmaları ile asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Bu ifade, bağlamından koparılarak Kuran'a ve İslam'a yönelik doğrudan bir saldırı gibi sunulmaktadır. Ancak sözün söylendiği bağlam ve kullanılan ifadelerin incelikleri, bu yorumun kasıtlı bir çarpıtma olduğunu ortaya koyar: ​Sözün Bağlamı ve Amacı: Atatürk bu sözleri, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilkelerinin ve devletin temel prensiplerinin kaynağını açıklarken kullanmıştır. Amacı, yeni Türk devletinin yönetim felsefesinin, dogmatik, değişmez ve sorgulanamaz kurallara değil; akla, bilime ve hayatın gerçeklerine dayandığını vurgulamaktır. Bu, laik ve rasyonel bir devlet anlayışının ilanıdır.​ "Gökten İndiği Sanılan" İfadesinin Analizi: Bu ifadenin kendisi teolojik bir incelik barındırır. İslam inancına göre Kur'an, "gökten inmemiş", Allah tarafından Cebrail aracılığıyla "indirilmiş/vahyedilmiştir". Halk arasında yaygın olan "gökten kitap inmesi" algısı, teolojik bir gerçekten çok, popüler bir sanrıdır. Dolayısıyla Atatürk, "gökten indi" demek yerine "gökten indiği sanılan" diyerek, inancın kendisine değil, bu konudaki yaygın ve hatalı halk algısına veya sanrıya atıfta bulunmaktadır. ​"Kitaplar" ve "Dogmalar" Vurgusu: Atatürk, konuşmasında "Kur'an" veya "İslam" gibi spesifik bir ifade kullanmaz; genel olarak "kitaplar" ve onların **"dogmaları"**ndan bahseder. Dogma, eleştirilemez, sorgulanamaz ve mutlak doğru kabul edilen düşünce demektir. Atatürk'ün eleştirisi, dinin özüne değil, dinin sorgulanamaz dogmalar haline getirilerek aklın ve hayatın gerçeklerinin önüne konulmasınadır. ​Sonuç olarak bu ifade, bir din düşmanlığının değil, devlet yönetiminde ilham kaynağının ilahi veya gaybi bir alan olmadığını, aksine "doğrudan doğruya hayatın kendisi" olduğunu belirten rasyonalist bir manifestodur. ​SONUÇ: Olgular Işığında Atatürk Laiklik ve Din Mirası ​Tüm bu tarihsel olgular ve icraatlar, Atatürk'e yönelik "din düşmanlığı" iftirasının, temelsiz ve bağlamından koparılmış iddialar olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Birkaç bağımsız haber kaynağında doğrulanan bilgilere göre, onun icraatları, dini tasfiye etmek yerine, dini siyasetin kirli çekişmelerinden uzaklaştırmayı, hurafelerden arındırarak akıl ve bilimle barışık bir zemine oturtmayı amaçlamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluşu, Kur'an ve hadislerin Türkçe'ye çevrilmesi ve laikliğin vicdan özgürlüğünün teminatı olarak tanımlanması; Atatürk laiklik ve din ilişkisini, modern, rasyonel ve toplumsal huzuru hedefleyen bir reform hareketi olarak konumlandırmaktadır.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı: 102. Yıl Coşkusu Sürüyor Haber

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı: 102. Yıl Coşkusu Sürüyor

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 102. yıl dönümü olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, yurt genelinde ve dış temsilciliklerde büyük bir coşku ve gururla kutlanıyor. Bağımsız haber kaynaklarında doğrulanan bilgilere göre, günün ilk resmi töreni, devlet erkanının katılımıyla başkent Ankara'da, Anıtkabir'de gerçekleştirildi. Kutlamaların, gün boyunca çeşitli etkinlikler, geçit törenleri ve akşam saatlerinde düzenlenecek fener alayları ile devam etmesi bekleniyor. ​29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Törenleri Anıtkabir'de Başladı ​Başkent Ankara'daki resmi törenler, sabahın erken saatlerinde devlet protokolünün Anıtkabir'i ziyaretiyle başladı. Raporların ortak görüşü, Aslanlı Yol'dan yürüyen heyetin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün mozolesine çelenk bıraktığını gösteriyor. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından, Anıtkabir Özel Defteri imzalandı. ​Birden fazla yüksek otoriteli kaynağın doğruladığı bilgilere göre, törene devletin zirvesi tam kadro katılım sağladı. Anıtkabir'deki törenin ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde ve diğer resmi kurumlarda tebrikat törenlerinin düzenlendiği rapor edildi. Bu törenler, Cumhuriyet'in temel kurumlarının ulusal bayrama verdiği önemi ve devlet geleneğinin devamlılığını vurgulamaktadır. ​Cumhuriyetin Kuruluşunun Tarihsel Arka Planı ​Günümüzden 102 yıl önce, 29 Ekim 1923'te, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle kabul edilen kararla, Türk milletinin egemenlik anlayışı köklü bir değişime uğradı. Kurtuluş Savaşı'nın ardından kazanılan askeri zafere siyasi bir yapı kazandıran bu adım, monarşiden cumhuriyete geçişi resmen ilan etti. ​Bu tarihsel dönemeç, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesini anayasal güvence altına aldı. Cumhuriyetin ilanı, sadece bir yönetim şekli değişikliği değil, aynı zamanda çağdaşlaşma, laiklik ve demokrasi hedeflerini içeren kapsamlı bir modernleşme projesinin de başlangıcı oldu. Her yıl 29 Ekim'de bu köklü mirasın ve ulusal egemenliğin değeri bir kez daha anılmaktadır. ​29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları Yurt Geneline Yayıldı ​Ankara'daki resmi törenlerin yanı sıra, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı coşkusu ülkenin dört bir yanına yayıldı. Özellikle İstanbul, İzmir ve diğer büyükşehirlerde geniş kapsamlı kutlama programları düzenlendiği belirtiliyor. İstanbul Boğazı'nda donanma gemilerinin geçit töreni yapması ve akşam saatlerinde havai fişek gösterilerinin düzenlenmesi bekleniyor. ​Elde edilen bilgilere göre, birçok ilde valilikler koordinasyonunda resmi geçit törenleri, öğrenci gösterileri ve halka açık konserler organize edildi. Vatandaşların da evlerini ve iş yerlerini Türk bayraklarıyla donatarak bu ulusal gurura ortak olduğu gözlemleniyor. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ve belediyeler tarafından düzenlenen fener alayları, Cumhuriyet'in 102. yıl dönümünün kitlesel bir coşkuyla kutlanmasını sağlıyor. ​Gelecek Nesiller ve Cumhuriyetin Değerleri ​29 Ekim, yalnızca geçmişin bir anma günü değil, aynı zamanda Cumhuriyet'in temel değerlerinin gelecek nesillere aktarılması için bir fırsat olarak görülüyor. Eğitim kurumlarında günün anlam ve önemine dair düzenlenen etkinlikler, gençlerin ulusal egemenlik, demokrasi ve bağımsızlık bilinciyle yetişmesine katkı sağlıyor. ​Raporların ortak görüşü, 102. yıl kutlamalarının, ülkenin birlik ve beraberliğine vurgu yapan mesajlarla geçtiğini gösteriyor. Cumhuriyetin kurucu felsefesi olan "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi, bölgesel ve küresel zorlukların yaşandığı bu dönemde uluslararası platformlarda da hatırlatılıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin 102. yılında, kurucu değerler etrafında kenetlenen bir ulus olarak bu önemli günün gururu yaşanıyor. Kutlamaların, Cumhuriyet'in ilelebet payidar kalacağı mesajıyla gün boyu sürmesi bekleniyor.

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin Tapusu Haber

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin Tapusu

Lozan Barış Antlaşması: 102 Yıllık Bağımsızlık Mührü. Bugün, 24 Temmuz, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık belgesyıldönümü. 1923 yılında İsviçre'nin Lozan şehrinde imzalanan bu antlaşma, Türk milletinin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nın ardından uluslararası alanda varlığını kabul ettirmesinin ve tam bağımsızlığını ilan etmesinin simgesi niteliğindedir. Antlaşma, yeni Türk devletinin sınırlarını çizmesi, kapitülasyonların kaldırılması ve azınlık haklarının düzenlenmesi gibi kritik konuları çözüme kavuşturarak modern Türkiye'nin temellerini attı. Lozan Barış Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından Türk milletinin gösterdiği direniş ve bağımsızlık mücadelesinin diplomatik bir zaferi olarak tarihe geçti. Antlaşma görüşmeleri, o dönemin çetin siyasi koşulları altında aylarca sürdü ve Türk heyeti, İsmet İnönü başkanlığında büyük bir mücadele verdi. Özellikle kapitülasyonların kaldırılması, Türk egemenliğinin tam olarak tesis edilmesi açısından hayati bir adımdı. Lozan Barış Antlaşması ve Türkiye'nin Uluslararası Konumu Lozan Barış Antlaşması, Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumunu belirlemede vazgeçilmez bir rol oynadı. Antlaşma ile Türkiye, Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsız bir devlet olarak tanındı. Bu durum, yeni kurulan Cumhuriyet'in uluslararası ilişkilerde eşit ve egemen bir aktör olarak yer almasının önünü açtı. Antlaşmanın imzalanmasının ardından Türkiye, bölgesel ve küresel politikada kendi çıkarları doğrultusunda hareket etme özgürlüğüne kavuştu. Antlaşma, sadece siyasi değil, ekonomik ve hukuki anlamda da Türkiye'ye yeni bir başlangıç fırsatı sundu. Kapitülasyonların kaldırılmasıyla ülke ekonomisi üzerindeki dış baskılar sona erdi, bu da ulusal kalkınma hamlelerinin önünü açtı. Azınlık hakları konusunda yapılan düzenlemeler ise ülkedeki farklı toplulukların barış içinde bir arada yaşaması için önemli bir çerçeve oluşturdu. Lozan Barış Antlaşması, geçen 102 yıla rağmen Türkiye'nin temel dış politika ilkelerinin ve uluslararası hukuktaki yerinin ana referans noktası olmaya devam etmektedir. Her yıl dönümünde, antlaşmanın taşıdığı anlam ve Türkiye'nin egemenlik hakları bir kez daha vurgulanmaktadır. Bu antlaşma, Türk milletinin bağımsızlık ve egemenlik yolculuğunda attığı en önemli adımlardan biri olarak tarihteki yerini korumaktadır.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.